345
00:25:31,463 --> 00:25:34,563
İronik bir durum çünkü 9 saat
23 dakika erken başlamıştım.
346
00:26:06,763 --> 00:26:08,163
Bu saatten sonra...
347
00:26:08,363 --> 00:26:09,863
...muhtemelen gitmesem
daha iyi olur, ne dersin?
348
00:26:15,063 --> 00:26:17,363
Yani çoktan gitmiştir.
349
00:26:17,863 --> 00:26:21,163
Yok eğer gitmediyse, beni gördüğünde
gerçekten çok sinirlenecek...
350
00:26:22,462 --> 00:26:24,662
Ve ne söyleyeceğimi bilmiyorum.
351
00:26:24,862 --> 00:26:27,262
Ne söyleyeceğimi bilemediğim
zaman nasıl olduğumu bilirsin.
352
00:26:28,362 --> 00:26:30,762
Muhtemelen gitmesem daha iyi olur.
<20140202/b>
#
<sağlam bir zemine oturuyor mu bilmiyorum ya da yeterince araştırmadım ama bir ağrıdan kurtulmak için ikinci bir ağrı ya da acı oluşturmak denilen bir şey var. dişin mi ağrıyor ayağına çekiçle vur beynin daha büyük olan ağrıya/acıya odaklansın tamam rahatsın. her neyse varacağım nokta şu,
multitask olduğumu iddia ettim uzunca bir süre ancak yakın zamanlarda anladım ki multitask değilim, en azından dert ölçeğinde böyle. bir sorunum varsa o sorunla beraber başka sorunları çözme konusunda başarılı olamıyorum. yapmam gereken şey bir tanesine öncelik atamak ve onu halletmeye çalışmak. önceden böyle değildi aynı anda birden fazla mevzuya odaklanıp sonuca eremezdim şimdi ise bir tanesine odaklanmaktan başka her şeyi görmezden geliyorum. hatta sorunları değil yaşamı ve insanları bile görmezden geliyorum.
otostopçunun galaksi rehberinde arthur dent'in çay yapma konusunda komut verdiği altın kalp gemisinin mavi ekran verip konu ile ilgilenirken büyük saldırıya karşı korumasız kalması gibi bir sorun yaşıyorum.
meh.br>
<Genel olarak sakin biriyim. Ya da sakin görünmek konusunda doğan görünümlü şahinim. Türk hafızasında bu kadar yer eylemiş bir şeyin şahsımı anlatırken kullanılmak konusunda bu kadar popüler olması ne kadar iyi bilmiyorum. Her zaman sevdiğim kelimeler,öbekler, deyimler ve daha bir çok şeyler vardır ve ben onları her dönemimde anarak sadakatimi de gösteriyorum. Az önce birilerinin yazdıklarını okudum sonra o geçmişteki yazıların geleceğine yani bugüne döndüm, bulundukları durumları düşündüm ve tam olarak nerede olduğumu kestirmeye çalıştım. Çok ilginç, gerçekten çok ilginç, ben o zamanki şeylerin yine olacağını biliyorum ama hepsine rağmen üzerinden 3 kere geçtiğim şu yolda hansel ve gretel'e yol gösteren ekmek kırıntısı misali ayak izlerimi görüyor olsam ve hatta ayak izlerinin şahsıma ait olduğunu CSI ekibi tarafından bile doğrulatıyor olsam da engel olamıyorum. BU galiba çok sevdiğim filmleri 3-5 kere izlemeyi tercih etmem gibi bir şey. Hem zaten ne kadar hırpalanabilirsin ki? Neyse ben yine şarkımı hazırladım: Rob Dougan- Left me for dead.
Sen üzülme bebek ben tam bir başak burcu olarak hazırlıklı geldim. Durumu tarifleyecek şarkımı bile hazırladım. Şu an " you were gone before i hit the ground" diyor aslında şimdiki zamanda bakarsak geçmişteki olay şu an tekerrür ediyorsa ve aynı şeyler olacaksa sen ben yere çarpmadan önce bile gelmemiş oluyorsun. Evet giderek daha ekonomik oluyorum galiba, üzüntüsünü bile tek taraflı yaşayan/yaşayacak olan insan. Az önce yazdığım yazılara baktım, gördüğüm o mükemmel sembollü rüyayı okudum, aslında her şey orada yazılmış ben görememişim. Her zamanki gibi, şimdiki zaman öyle bir şey ki insanı kör ediyor. En azından görüşünü bozuyor. Adını katarakt koyabilirim şimdiki zamanın. Bak ben kendini gerçekleştiren kehanet kadrosundan sana bir posta opeth- ending credits çalıyorum. Böylece geleceği gördüğümü iddia edebilecek ve hatta bundan gelir bile sağlayabileceğim. Diğer yanda sadece gözümün ucu bile baktığım bir şeyler var.Ve aslında az önce ve daha önce ve biraz daha önce ve hatta 3 sene önce ve bir de 2 sene önce anladığım şuydu, benim asıl bakmam gerekenler o gözümün ucu ile bakmam gerekenler. Ya da değil bilmiyorum bazen o kadar anlamsız şeylere aşırı anlam yüklemişken buluyorum ki kendimi en sonunda acaba en az anlamı yüklediklerime mi en fazla anlamı yüklemeliydim sonra o takatukaları takatukacıya takatukalattırmadan geri mi döneydim diye diye düşünüyorum. Bazı insanlar ve onlara dair düşünceler bumerang gibi, spiritüel bumerang hatta, siktirin gidin artık, nezaketim bu noktalarda başıma bela oluyor, nezaketsizliğim bile işe yaramıyor bu noktada ilahi güçler, animeler, harry potterlar ve yüzüklerin efendisine ihtiyacım oluyor. elenium ve tamuliden bahsetmedim. en başından anlaşalım ben gecenin sonuna yürüyenim. böyle kalacak ve hatta iş haricinde noktadan sonra bir boşluk bırakıp büyük harfle başlamayacak da biriyim. bu hep böyle kalacak. ben kabullendim ama aynı içeriği farklı bir zamanda yazaerken yine geçmişi anacak olan o biraz daha değişmiş olan selda bileceksin ki sen de kabulleneceksin, yapmayacaksın.
evet şimdi gidin artık. tanımsız değilim ama kararsızım ve atomum, ışıma yapıyorum ve bu galiba ve maalesef ki size zarar vermiyor, zarar görmemesi gereken kişilere zarar veriyor bir de kilo ve önem kaybediyorum.
masamın üzerinde okumamak ve yazmamaktan sadece anlamsızca gün geçirmekten sebep birikmiş toz gibisiniz ve ben bu konuda annem gibiyim, itina ile o fiber doku hedeli bezi ıslatıp masayı sileceğim, masamı da diyebilirim oda en nihayetinde bana ait, virginia hanım bıraktı. kafamı kızdırırsanız varolduğunuz yere bir dantel sererim.
here lies the hikayenin sonu.br>
<Oradaydım ve hala daha oradayım. bana her zaman "buraya gelmelisin selda". "sen burada olmalısın selda" dendi, hep o insanlar için "orada" olarak tariflenen yerlerde oldum. hiçbir zaman "burada" diyemediler benim için. en azından birisi için "burada"sam asıl olmak istediklerime göre hep " orada" oldum ve benim hayatım hep başka insanlara göre tariflenmiş bir zamana, mekana nam-ı diğer "burada"ya koşturmaya çalışmakla geçti. ya ben orada olmam gerektiğini ve orayı burada olarak algılamam gerektiğine inanıyorum ve kendimi şartlandırıyorum ya da gerçekten bu iş böyle. onlara göre "burada" olamadığım "orada"ki tüm sevgililerime gelsin:
jack/ f.u.
göt verenler sizi.br>
<öncelikle kendime bir merhaba diyeyim
her neyse
bir çok yönden fedakarlık göstererek buraya geliyorum ve nedense her şeyin bıraktığım şekilde kaldığını görüyorum. hiçbir değişiklik yok işte bu noktada ben çabalarımdan sebep bu çabalarıma değen bir şeyler mi görmek istiyorum bu sebepten eşiğim yükseldi mi rahat bana mı batıyor ya da bana rahat mı batıyor şeklinde sorgulamalar ile başbaşa kalıyorum. ancak hamle yapmak adına geri gittiğim ve acı acı sıçtıran o 1000 km hatrına garanti veriyorum ki bir sonraki sefer böyle olmayacak. bundan sonra her şey benim belirlediğim tarihlerde olacak demek ki ancak özlemek ile bir şeyler düzelmiş gibi algılanıyor ve aslında hiçbir şey de düzelmiyormuş. o zaman ben önceliğimi değiştireyim ve kendi kafam üzerine bir takım komiklikler şakalar yaşamayı seçeyim.br>
1
00:02:31,278 --> 00:02:34,322
In the Steven Spielberg movie "E.T.",
2
00:02:35,032 --> 00:02:37,283
why's the alien brown?
3
00:02:39,245 --> 00:02:40,620
No reason.
4
00:02:41,956 --> 00:02:43,498
In "Love Story",
5
00:02:43,666 --> 00:02:47,502
why did the two characters
fall madly in love with each other?
6
00:02:48,588 --> 00:02:49,796
No reason.
7
00:02:50,590 --> 00:02:53,133
In Oliver Stone's "JFK",
8
00:02:53,301 --> 00:02:57,471
Why's the President suddenly
assassinated by some stranger?
9
00:02:58,598 --> 00:02:59,974
No reason.
10
00:03:00,475 --> 00:03:04,103
In the excellent "Chainsaw Massacre"
by Tobe Hooper,
11
00:03:04,271 --> 00:03:07,064
why don't we ever see the characters
go to the bathroom...
12
00:03:07,232 --> 00:03:10,777
or wash their hands,
like people doing in real life?
13
00:03:11,487 --> 00:03:12,820
Absolutely no reason.
14
00:03:12,988 --> 00:03:16,574
Worse, in "The Pianist" by Polanski,
15
00:03:17,243 --> 00:03:20,912
how come this guy has to hide
and live like a bomb...
16
00:03:21,080 --> 00:03:23,832
when he plays the piano so well?
17
00:03:24,000 --> 00:03:26,209
Once again the answer is "no reason".
18
00:03:26,377 --> 00:03:28,712
I could go on for hours
with more examples.
19
00:03:28,880 --> 00:03:30,380
The list is endless.
20
00:03:30,548 --> 00:03:33,008
You probably never gave it a thought.
21
00:03:33,176 --> 00:03:35,427
But all great films,
22
00:03:35,595 --> 00:03:37,388
without exception,
23
00:03:37,556 --> 00:03:41,058
contain an important element--
a "no reason".
24
00:03:41,226 --> 00:03:42,810
And you know why?
25
00:03:43,395 --> 00:03:45,354
Because life itself...
26
00:03:45,522 --> 00:03:48,566
is filled with "no reason".
27
00:03:49,234 --> 00:03:51,611
Why can't we see the air all around us?
28
00:03:51,779 --> 00:03:53,112
No reason.
29
00:03:53,781 --> 00:03:56,116
Why're we always thinking?
30
00:03:56,283 --> 00:03:57,575
No reason.
31
00:03:57,743 --> 00:04:01,913
Why do some people love sausages
and other people hate sausages?
32
00:04:02,227 --> 00:04:04,417
No fuckin' reason.
33
00:04:05,126 --> 00:04:08,295
Come on, don't waste your time
explaining that garbage. Let's go!
34
00:04:08,463 --> 00:04:10,380
Just one minute. Let me finish.
35
00:04:13,134 --> 00:04:14,927
Ladies, gentlemen,
36
00:04:15,846 --> 00:04:18,097
the film you're about to see today
37
00:04:18,265 --> 00:04:21,642
is an homage to the "no reason"--
38
00:04:22,561 --> 00:04:26,105
that most powerful element...of style.
<bir sorun var şöyle ki politik olamıyorum bülog. sinirlendiğimde ben sana sonra göstereceğim bakışı atamıyorum, gözüm kararıyor hata yapıyorum. bir de insanlarla uzlaşıldığını düşünerek rahat davranıyorum ama nedense onlar uzlaşılmış gibi gösterip ama bak şöyleydi diyerek bir şeyleri gözüme sokuyor. ve çok ilginçtir ki işlerlerine gelen noktada manipüle etmekten de geri kalmıyorlar. yani aslında sorun olmayan bir durumda kendilerine göre bir sorun olduğu için genel olarak sorun varmış izlenimi yaratarak beni sinirlendirmeye çalışıyorlar. bu konuda ne yapmalıyım bilemiyorum. sen haksızsın ibne demek çok istiyorum ama nedense bu konuda aklım çok sonra başıma geliyor. blöfü göremiyorum özetle. sene olmuş 2012 ve biz bu tür tilkiliklerin çok da önemli olmaması gereken bir ortamda çalışıyoruz ama buna rağmen ayak kaydırmak ya da bu işte sen yalnızsın dostum götünü kolla mesajı verme girişimindeler. şimdi ben burada llahım herkesi kendim gibi sanıyorum o yüzden inciniyorum kafasına geçmiyorum. çünkü benim de yanlışlarım oluyor. daha az sinirli olmam lazım ve nasıl olur onun çözümünü arıyorum. bülog hayatımdaki en çıplak yakınma sahneme hoşgeldiniz.siz durun ben siktirip gideyim.br>
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
<aslında ne yalan söyleyeyim rahatladım.benim sonlandıramadığım şeyleri çok daha iyi bir şekilde sonlandırabilen her şeye saygım var.ben yolunu bulamadım.ya da yolu seçemedim.bu şeyler ise yollardan gitmemem gerekeni kapattı.ben de kendi köprüden önce son çıkışıma yönlendim böylece.her şeyde bir hayır vardır diyen kimse adres versin çikolata yollayacağım.br>
Sam: What are you doing?
Andrew Largeman: Remember that idea I had, about working stuff out on my own, and then finding you once I worked stuff out?
Sam: The ellipsis?
Andrew Largeman: Yeah, the ellipsis, it's dumb. It's dumb. It's an awful idea. I'm not gonna do it, okay? Cause like you said, this is it. This is life. And I'm in love with you... I think that's the only thing I've ever really been sure of in my entire life. And I'm really messed up right now, and I got a whole lot of stuff I have to work out, but I don't want to waste any more of my life without you in it. And I think I can do this. I mean, I want to. I have to, right?
Sam: Yeah. Yes!
Andrew Largeman: So what do we do? What do we do?
çok fantastik rüyalar gördüm.annemlerin çocukluğunun geçtiği evdeyim bir sürü yaşlı insan var birinin ölümünü bekliyorlar sanki. bir odada beach volley oynanıyor bir odada italyanlarla muhabbet ediliyor.yine italyanlarla konuşulan odanın aslında yelken (ya da wtf) takımının odası olduğunu ve onlara altın kukudan çıkmış gibi bir şey olduklarını anlatıyor.özetle yabancı dil öğrenmek için girdiğimiz o odadan taytlı yelkenciler yüzünden atılıyoruz.sonra evin yenilendiğini farkediyorum total mekan çalışmışlar.öyle ki bankalardaki bankolar ya da bireysel kredi birimleri gibi yerler olduğunu camla ayrıldığını ve wclerin de oralarda olduğunu görüp ohalardan bir tane salıyorum.
sonra ne alakaysa bir adam benim kendimi öldürmemi istiyor.ya da kendi yapacakmış.arkadaşlarım bana önceki sefer gibi yap selda diyor. öncesinde göbeğimin biraz üstünden sokmuşum elimi oraya götürüyorum izini hissediyorum. ölmemek adına kocaman bir kılıcı kalbimin olduğu hizada kaburgamın hemen altından sokuyorum. sonra kan akıyor.birden kanım azaldığı için kontrollü bir şekilde yere düşüyorum ama ölmüyorum.kahretsindiyorum nefesiminkesilmesi lazım.ama ben hala nefes alıyorum.adam beni izliyor.arkadaşlarım sabret diyor.yapacak işlerimi hatırlıyorum kalkmak istiyorum.kan kaybeden ya da bayılan biri oldun mu bilmiyorum ama morarıyorsun titriyorsun garip bir his.ve bunların hepsini hissettim.ama garip tarafı kötüye gitmesi gerekirken akması gereken kan bittiği için ben sarhoşluktam ayılır gibi ayılıyordum kendimi şakacıktan öldürme faslından.bir süre sonra adam gidiyor herhalde.ve ben yine o evi dolaşıyorum.hastalar var.ölecek olanlar artmış.yaşlıları görüp ağlıyorum sonra başka bir yolda buluyorum kendimi kalbimin altında hala kılıç bir arkadaşımın düğününe gidiyoruz iletişmediğim arkadaşlarımı görüyorum sarılıp ağlıyorum.kılıcın daha çok girmesi kaygısını taşıyarak hem de.böyle kılıçlı turlarım devam ediyor en son bi telefona uyandım
5 aydır kitap okumuyorum.Ya da okudum ama okumamış gibi hissediyorum.Aslında evet evet okudum bir 10 kitap kadar ama nedense iz bırakmamış gibiler. Bence insanlar küçükken okumalı tüm şu okkalı kitapları. Çünkü bir yaştan sonra yeterince zekiyseniz ve varoluşsal sorgulamalarınızı şu ya da bu şekilde yeterince yaptıysanız o tüm tokatlayıcı kitaplar sinek ısırığı gibi geliyor insana. Aynen böyle. Eee ne yani? Ben zaten bunları biliyorum ve ben bunları zaten düşünmüştüm demekten başka bir şey kalmıyor.Evet evet biliyorum mesele bunları düşünebilmekte değil o şekilde dile getirebilmekte gibi bir tokadı bana layık görüyorsanız ona da yanıtım hazır; Ben yazar olmak istemiyorum ki yazdıklarından ''nemalanmak'' istiyorum. Uzun lafın kısası çok nemalanamadım kitaplardan bu süre içinde.Onun yerine insan ilişkilerinden nemalandım. Devletin nasıl işlediğini öğrendim. 4. Murat misali kılık değiştirip halkın arasına indim.Ve tam da 4. Murat için iddia edildiği üzere ben de kendimi alkole verdim. Tamam o kadar değil ama yine de elimizden geleni yaptık. Şimdi yine bir kafa açılması yaşıyorum. Bakıyorum yapmam gerekenleri yine pek yapmamışım.Ki kendime soruyorum ''pudra biz böyle mi anlaşmıştık?'' diyorum bitch finger yapıyorum kendime, nıt nıt nıt diyorum.Noktadan sonra yani şimdi bunları yazana kadar 5 dk ara vermiştim. Sonra kendi kendimi büyüten bir anne ya da kendi tarafından büyütülen bir çocuk olduğum için kıyamadım kendime.Evlat bu atsan atılmaz satsan satılmaz ayağı çektim. Haklıyım yahu.İstediğim kadar yayabilirim. Adaptasyon da uygulamalı bir kelime ne de olsa. Sözlükte iskele babası olarak durmuyor. Kesin ben kendimle alakalı kesin şeyler gördüm ya da biliyorum ondan böyle rahatım yoksa kendimi bilirim hiç de böyle huzurla beklemezdim diyeyim.
Bu arada dün arthur adlı bir film izledim.Şu Russel Brand oynuyor. Oradaki Arthur'un zamanında sevdiğim elemanlardan biri olduğunu anladım. Evet sen okuyorsan anlayacaksın onun sen olduğunu. Ama önce filmi de izle.Ama gizli gizli izle. Anlarsın ya?
Ve sen diğeri yani en sonuncusu senin de filmini bulacağım yakındır. Olmadı ben mi çeksem o filmi? İyi olur sanki.
Herkese kendiminki gibi ölümsüz bir hafıza diliyorum.Anılarının üstünün hiçbir zaman tozla kaplanmasına izin vermeyen bir beyin sahibi olunuz. Temizlik hastası olunuz böylece o anılar hep yepyeni kalsın. Kuşkucu Thomas olun. Üzerine dantel örtün. O da güzel durur bak.
Mehteran ekibi gibi iki ileri bir geri mevzusunu geçtim artık. Tabakhaneye bok yetiştirme hızı yeni hız birimim. Ama netice sakız çiğnerken yürüyebilen de biriyim.Yandan yandan sauron olmayı ve duruma göre Rome'un Servilia'sı gibi lanetlemeyi de unutmam.
<bazen saldırıya geçmenin bir yolu da geri adım atmaktır denmiş ya ben de tam olarak 1000 kilometre geri adım attım.bu esnada doğan görünümlü şahin insanlara denk geldim.sonra her zamanki gibi kapris nedir kompleks nedir birinci elden tecrübe ettik.neyse ki dilimiz yanalı çok oldu.o yüzden ikinci bir yanık kaygısı gütmüyoruz.neyse efendim 3 ayım içindeki en büyük saçmalıklar bu küme dahilinde değerlendirilebilir.neyse bunu tamamen ortam şartlarına veriyorum.böyle yapmazsam kendilerine monte edicem ki ona da gerek yok.ne de olsa enerji bize lazım.
her zamanki gibi yaşadığım her şey kızım kendi işine bak.kafandaki şeyleri gerçekleştir demenin farklı ve acı bir yoluydu.ben de hilal cebeci /ipe ipe adlı saçma şarkıyı dinlemişçesine duydum ve itaat ettim.aslında bunları dile getirmek ve doğal olarak ölümsüzleştirmek bile şahsıma hakaret onları da ''overrated'' yapmak.ötesi değil.ama itiraf ediyorum sırf elim ısınsın diye yazıyorum.alışayım biraz.özledim seni üvey ve tabi ki plastik deformasyon.ancak anladım ki okkalı tokatlardan sonra aşka geliyorum ya da sakinlik bana yaramıyor.çok kitap okumam lazım ki acı tecrübe etmediğim zamanlarda da yazabileyim.
neler öğrendik dersen eksen dediğin şeyin kişiler için sürekli değiştiğini anladım.hatta eksenin kendileri olduğunu sandıklarını gördüm.ha bir de eksenleri 23 derece 27 dakikadan daha fazla eğikmiş ve güneş bu arkadaşların vardığımız bölgelerine neredeyse hiç ulaşmıyormuş.
<bir yaş geçti ve ben de kendimi yenilenmiş hissediyorum,her şeyi net görüyorum artık akıllandım,aydınlandım hallerinden ve bunu dile getirmekten çok hoşlanmıyorum.ama nedense bu sefer o yeni yaşın ya da o doğumgününün ruhta yarattığı gerilimi ölme isteğini çekiştiriliyormuş gibi hissetme halini hissetmedim.iki ihtimal var birinci yeterince boku yedik yeterince sistematik duyarsızlaşma hallerine geçtik artık pavlovun köpeği değilim ya da bunun adı stockholm sendromu, ya da gerçekten rahatladık.evet ya ben resmen 2011 senesine verdim ve rahatladım en avam en amiyane en bayağı en çirkin hali ile böyle.
şimdiye kadar sakınılan umursanmayan ne varsa gerçek olabildiğini gördük tamam noel baba gerçek değilmiş ama benim başıma gelmez ya deme salaklığını gösterdiğin tüm o şeyler masal kitaplarından ya da (başkalarının kitaplarından) çıkıp senin günlerinde konuk oyuncu olabiliyormuş.sonra birden adam goldberg gibi davranıyorlarmış yani başrol oyuncusundan çok daha değerli ve önemli ve akılda kalıcı davranışları oluyormuş.
yazmak yokuş çıkmak gibi haldır haldır giderken bir yerde ara veriyorsun gerçekten yorulduğun an durduğun andır sonra yürüyüşün bile değişiyor bir an önce sonlandırmak adına saçmasapan hızlanma durumuna geçiyorsun ya da bir sigara yakıyorsun.bu sefer bu yazının yokuşunda durmadan yazmaya çabalıyorum ellerim dur soluklan ve oku mesajını anlayabilmem adına şu dakika yazım hataları yapıyor olabilir merhaba ben nuit dejavuboku ya da gerçek hayattaki adının kısaltılmasıyla s.g şu an size gerçekleri tüm hızıyla durmamazlığı ile iletmeye çalışıyorum saat 16.49 olayın geçtiği yer ankara
hemen küçük bir notu iletmek istiyorum başlangıcında gerginlik görmediğim şu yaşımda hiçbir şey dilemedim,herhangi bir şeyin olup olmaması ya da olmayacak olmaması ya da bunun olasılıklarının ve hatta olasılıksızlıklarının hesabını yapma mallığına düşmemeyi diledim sadece.ne de olsa her zaman patlıcan okşama hallerinde buluyoruz kendimizi en azından onun tadını çıkaralım değil mi?
biraz da ulusumun içinde belli başlı kişilere sesleneyim;
bu sene en çok çalışan duyu organım gözlerim oldu arkadaşlarım,gördüm ve emin olun siz de göreceksiniz.(literally and figuratively)
ve diğerleri umuyorum ki farklı aylarda kutlayacağınız o yeni yaşlarınız,ya da aralık sonunda kutlayacağınız o yeni yıllar size en azından ve sadece ''bu sene çok fazla banyo yaptım'' sıradanlığında gelsin.
işbu yazıyı sadece yazdım,yani sonrasında okuyup düzeltmelerde bulunmadım,yazım hataları varsa umurumda değil ne de olsa anlayabiliyoruz birbirimizi,
okuduğunuzu anlayabilirsiniz değil mi?br>
<insanlığıa sızdırmaz ped hediye etmek niyetindeyim bu aralar.herhalde bu ay özellikle görüp özellikle tiksinmem için rezerve edilmiş.ha tabi kendi halime şükretmeye zorlanıyor olmam da cabası.
açıkçası zorlanmadığımı anladım.
ben iyiymişim lan
sorun bende değil yani ama sizde mi başkasında mı onu çözemedim
çözmeye de niyetim yok artık.
usual suspectste benişiyo amcanın dediği gibi
what da fuck
<kuşkucu thomas'ı bilirsiniz.isa'nın böğründeki yaraya elini sokup bakandır.işte bu noktada kendime dedim ki ''kızım gerek yok isa olmaya,isa olmuşken yarana elini sokmaya sevdalı ve aynı zamanda meraklı bir thomas bulmaya,hem zaten devir de ekonomi devri,az daha dişini sık,kendi işini kendin hallet'' ve kuşkucu thomas'ım da ben oldum.şimdi belli aralıklarla yara tam olarak kabuk bağlamadan hemen önce elimi oraya sokuyorum,hasarın şiddetini onu unutmak için çabalayan beynime tekrar hatırlatıyorum,ne de olsa hiçbir şey tamamen unutulmuyor değil mi ve ne de olsa biz bunu block yaptık sadece başlangıç koordinatı ile hafımıza kazıdık?her seferinde aynı boyutta bir yara elime gelmiyor artık.zaten olması gereken de bu.yaranın izi kalacak olsa da özünde kalmayacak.en azından doğru zamanda ancak kalmayacağını idrak edicem.amcalarımızdan biri ne demiş? insan iyileşmeyi umar ama asla iyileşmez sadece alışır.bu noktada alışıyormuş gibi yapıp iyileşmeyi de istemiyormuş gibi takılıp aslında sinsice konuyu kapamaya çalışmaktayım.neyse çok fazla tüyo verdik hem zaten bunlar çok da sizi ilgilendiren konular değil.ben sadece yazmak suretiyle unutmaya çalışıyorum.yazdıkça yazdıklarını bir kenara bırakıyorsun çünkü.düzenli olarak baksan bile aklında durmuyor işin en güzel tarafı bu. hah şunu diyecektim,yine hatırlattım bu sefer iyi oldu,uzun süre sıçamamanın sonucundaki bir rahatlık hasıl oldu bünyeye.dedim ''kızım sen doğru yoldasın'' tam da şu dakika dinlediğim şarkıda şöyle diyor seninle tanışmak bir keyifti,mutluluktu ama kusuruma bakma fırtınaların beni çağırdığını duyuyorum. bunu ben söyleyecektim.hem sıramı hem de rolümü kaptın.işte bu yüzden çok kızgınım. sen buzu getir.alev benden.br>
<aidiyetsizlik hoşuma giden bir şey. bunun uyumsuzlaştırdığı uyuşturduğu bir durumdan bahsetmiyorum ancak.sürekli bir gitmek ya da bir yere varacak olmak bilincinden ya da hallerinden bahsediyorum.böylece o dakika bulunduğun yerle çok alaka kurmuyorsun ya da kuracağın kadar kuruyorsun ve gideceğini bildiğin için sıkılmıyorsun.böylece alışmak ve oradakilerle anlaşmak zorunda kalmadığın için ç kişilerle çok daha iyi iletişimler kurabiliyorsun.bunu bir hastanenin bahçesinde sabahın 4ünde farkettim.herhangi bir duruma bile kolaylıkla uyum sağlayabiliyor ve aslında olduğum ya da olduğumu sandığım bu kimlik herneyse onun dışına çıkıp rahatlıkla davranabiliyorum.çünkü biliyorum ki oraya da ait değilim ve oradan da ayrılıcam.böylece hem aklımın huzurunu elde ediyorum hem de minimum zamanda maksimum keyif alıyorum.en keyif alınmayacak zamanlar ve mekanlarda olsa bile.br>
<1 sayısının 99 sayısından büyük olduğunu öğrendiğim şu senede olayları akışına bırak klişesinin aslında senin yönlendirmelerinle gerçekleştiğini anladım.bu noktada benim tercihim değilmiş gibi görünen şu duruma boyun eğiyorum ve bu kenti terkediyorum.bir sonraki sefer de en içten şekilde hindistan'ı dileyeceğim.ne de olsa dileklerim hep gerçekleşiyor.sistem geri yükleme noktamın kütüğümün olduğu yerde olduğunu hep biliyordum.br>
<ara ara johnny drama gibi hissediyorum kendimi.birileri geliyor bana özel bir senaryo yazdığını iddia ediyor.önce inanmıyorum sonra rolümü beğeniyorum,rol arkadaşımla anlaşıyorum sonra rol arkadaşım benim rolümü başkasına öneriyor.o ikisi daha iyi anlaşıyor.senaryoyu yazan da bunu onaylıyor.dizi onların oluyor. bu gibi durumlarda halkalı çöplüğü insan olsa neler hissederdi onun empatisini yapabiliyorum.br>
<bu aralar çok fazla ''bir daha asla'' ile başlayan cümleler kuruyorum? neden? çünkü hep büyük konuşmaktan korktuğum halde çocukluğumun en şuursuz anlarında aklımdan geçen ya da insan düşündüklerinden mesul değildir kontenjanından düşünme hakkını kendimde bulduğum duruma göre tenkit ettiğim her şeyi tecrübe ettim. şimdi? sikerler diyorum bundan sonra büyük konuşuyorum yalayacaksam da en azından büyük konuştum da yaladım benim isteğimle oldu derim olur biter.hata sende olduğunda evlat bu atsan atılmıyor satsan satılmıyor mantığı ile hareket ediyorsun.ne kadar kendini hırpalasan da sonra barışıyorsun.başkasında ise böyle yapamıyorsun kızamıyorsun canını yakamıyorsun öldüremiyorsun içinde patlatıyorsun halkalı çöplüğü oluyorsun.gerek yok. neyse nerede kalmıştım evet bundan sonra ve bir daha kimsenin huzurumu bozmasına izin vermeyeceğim.hayatımdaki bir şeylerin değişmesine izin vereceğim ama ''izin vereceğim'' bunu benim iznim olmadan yapamayacak kimse, ya da ben bu konuda dur bakalım ne olacak kafasında kararsızlığında duranlığında durakta bekleyenliği ile yapmayacağım.yeterince kararsız bir atomum yeterince ışıma yapıyorum nötron bombardımanına bence gerek yok. ve hayır bu bir i will survive ya da eye of the tiger yazısı değil. veliahtlığı bir kenara bırakmak lazım artık,sancaklarda yeterince antreman yaptım.şimdi kendi devletimi yöneteyim,doğu ve batı olarak ikiye bölünecekse de benim saçmalıklarımdan bölünsün.br>
<"Herşeyi anlamak herşeyi affetmektir" demiş tolstoy.bunu gregor samsa'nın bülogunda görmüştüm.neyse bu bağlamda birini affedecek olsam ya da anlayacak olsam önce kendimden başlarım.herhangi bir 3. tekilden değil.o yüzden sıraya girin bile diyemiyorum.ne zaman sıra gelirse diyorum.umarım kimsenin bundan daha önemli işi yoktur diyorum ama vardır biliyorum.o sebepten umutları karşılıklı olarak kesmek adına adımlarımı atıyorum. bir kurdele kesiyorum elimdeki makasla çevreye gülümseyerekbr>
<burada uyuyorum.pd'de uyanıyorum.ya uyanıyormuşum.bilemedim.tekrar orada uyanmayı denemem lazım.alışkanlıklar kolay unutulmuyor. wait! diyor şarkı devamı daha sonrabr>
"I shut my eyes and all the world drops dead; I lift my lids and all is born again. (I think I made you up inside my head.)
The stars go waltzing out in blue and red, And arbitrary blackness gallops in: I shut my eyes and all the world drops dead.
I dreamed that you bewitched me into bed And sung me moon-struck, kissed me quite insane. (I think I made you up inside my head.)
God topples from the sky, hell's fires fade: Exit seraphim and Satan's men: I shut my eyes and all the world drops dead.
I fancied you'd return the way you said, But I grow old and I forget your name. (I think I made you up inside my head.)
I should have loved a thunderbird instead; At least when spring comes they roar back again. I shut my eyes and all the world drops dead. (I think I made you up inside my head.)"
<bu durumda benim anladığım senin anlatmadığın bir şey yok ve hatta benim anlamadığım senin anlattığın, benim anladığım senin anlamadığın ya da benim anlamadığım ama senin anladığın bir şey yok.denklemi yanlış kurduk ve eşitliğin sonunda elimde kalan şey denklem çözmek ile ömrü geçen beni bile paralize ediyor.kurduk mu kurdun mu ondan bile emin değilim.evrensel küme ölçeğinde bakarsak kurma eyleminin tümleyeninde kaldığımı biliyorum.emin olduğum tek şey bu.ya da tümleyendeki her şeyden emin değilim. tümleyendeki hiç bir şeyden mi demeliydim? evet? hayır? bazı sorulara evet de desen hayır da desen aynı kapıya çıkarsın ve kafan karışır ya,hah,işte öyle. ah bir bilsen katalizörlere ne kadar özeniyorum.
insan olmak yetmiyor bazen katalizör olmak lazım bazen.br>
aslında iyi bir şey.yapılması gereken yerine yapılması gereken ama o dakika yapılmaması gereken şeyleri yapmak sana çok şey kazandırabilir.yaşasın procrastination yaşasın öteleme.
bir yazı&video üzerine bir yorum.bir carl sagan havasıbr>
< bu sefer farklı bir soru sormak istiyorum ve hatta sormak istemiyorum.O. W. Grant bu sefer bir yanıt bulmak istemiyorum.dileğim gayet açık olsa gerek.teşekkürler.br>
<durumlar değişiyor ama durumları düşünürken giydiğim bu hırka,bu yeşil tshirt ve lacivert eşofman değişmiyor.sanki ben ve bu üçlü dairesel bir alanda koşuyoruz ve ben her turumda bunlara denk geliyorum her seferinde bir dejavu oluyor ve bu her seferden sebep ben hiç ilerlememişim gibi hissediyorum.
*hırka yerine kırka yazmışım.düşündüm de kılı kırk yararken giydiğin bir hırkanın adı kesinlikle kırka olmalıbr>
“I don’t know that love changes. People change. Circumstances change.”(Nicholas Sparks) so i dont know that love happened.people happened,circumstances happened.and you happened.also life happened.
sadece zekiler alakalı olduğu düşünüldüğü için eklenen ama özünde alakalı olmayan görseli görebilir.br>
if you were locked in a library of the world's miseries,you would be led almost inexorably to choose your own because it's the pain you're familiar with.
"you are about to begin reading italo calvino's new novel, if on a winter's night a traveler. relax. concentrate. dispel every other thought. let the world around you fade. best to close the door; the tv is always on in the next room. tell the others right away, "no, i don't want to watch tv!" raise your voice--they won't hear you otherwise--"i'm reading! i don't want to be disturbed!" maybe they haven't heard you, with all that racket; speak louder, yell; "i'm beginning to read italo calvino's new novel!" or if you prefer, don't say anything; just hope they'll leave you alone. find the most comfortable position: seated, stretched out, curled up, or lying flat. flat on your back, on your side, on your stomach. in an easy chair, on the sofa, in the rocker, the deck chair, on the hassock. in the hammock, if you have a hammock. on top of your bed, of course, or in the bed. you can even stand on your hands, head down, in the yoga position. with the book upside down, naturally. of course, the ideal position for reading is something you can never find. in the old days they used to read standing up, at a lectern. people were accustomed to standing on their feet, without moving. they rested like that when they were tired of horseback riding. nobody ever thought of reading on horseback; and yet now, the idea of sitting in the saddle, the book propped against the horse's mane, or maybe tied to the horse's ear with a special harness, seems attractive to you. with your feet in the stirrups, you should feel quite comfortable for reading; having your feet up is the first condition for enjoying a read. well, what are you waiting for? stretch your legs, go ahead and put yuour feet on a cushion, or two cushions, on the arms of the sofa, on the wings of the chair, on the coffee table, on the desk, on the piano, on the globe. take your shoes off first. if you want to, put your feet up; if not, put them back. now don't stand there with your shoes in one hand and the book in the other. adjust the light so you won't strain your eyes. do it now, because once you're absorbed in reading there will be no budging you. make sure the page isn't in shadow, a clotting of black letters on a gray background, uniform as a pack of mice; but be careful that the light cast on it isn't too strong, doesn't glare on the cruel white of the paper gnawing at the shadows of the letters as in a southern noonday. try to foresee now everything that might make you interrupt your reading. cigarettes within reach, if you smoke, and the ashtray. anything else? do you have to pee? all right, you know best. it's not that you expect anything in particular from this particular book. you're the sort of person who, on principle, no longer expects anything of anything. there are plenty, younger than you or less young, who live in the expectation of extraordinary experiences: from books, from people, from journeys, from events, from what tomorrow has in store. but not you. you know that the best you can expect is to avoid the worst. this is the conclusion you have reached, in your personal life and also in general matters, even international affairs. what about books? well, precisely because you have denied it in every other field, you believe you may still grant yourself legitimately this youthful pleasure of expectation in a carefully circumscribed area like the field of books, where you can be lucky or unlucky, but the risk of disappointment isn't serious. so, then, you noticed in a newspaper that if on a winter's night a traveler had appeared, the new book by italo calvino, who hadn't published for several years. you went to the bookshop and bought the volume. good for you. in the shop window you have promptly identified the cover with the title you were looking for. following this visual trail, you have forced your way through the shop past the thick barricade of books you haven't read, which were frowning at you from the tables and shelves, trying to cow you. but you know you must never allow yourself to be awed, that among them there extend for acres and acres the books you needn't read, the books made for purposes other than reading, books read even before you open them since they belong to the category of books read before being written. and thus you pass the outer girdle of ramparts, but then you are attacked by the infantry of the books that if you had more than one life you would certainly also read but unfortunately your days are numbered. with a rapid maneuver you bypass them and move into the phalanxes of the books you mean to read but there are others you must read first, the books too expensive now and you'll wait till they're remaindered, the books ditto when they come out in paperback, books you can borrow from somebody, books that everybody's read so it's as if you had read them, too. eluding these assaults, you come up beneath the towers of the fortress, where other troops are holding out: the books you've been planning top read for ages, the books you've been hunting for years without success, the books dealing with something you're working on at the moment, the books you want to own so they'll be handy just in case, the books you could put aside maybe to read this summer, the books you need to go with other books on your shelves, the books that fill you with sudden, inexplicable curiosity, not easily justified, now you have been able to reduce the countless embattled troops to an array that is, to be sure, very large but still calculable in a finite number; but this relative relief is then undermined by the ambush of the books read long ago which it's now time to reread and the books you've always pretended to have read and now it's time to sit down and really read them. with a zigzag dash you shake them off and leap straight into the citadel of the new books whose author or subject appeals to you. even inside this stronghold you can make some breaches in the ranks of the defenders, dividing them into new books by authors or on subjects not new (for you or in general) and new books by authors or on subjects completely unknown (at least to you), and defining the attraction they have for you on the basis of your desires and needs for the new and the not new (for the new you seek in the not new and for the not new you seek in the new). all this simply means that, having rapidly glanced over the titles of the volumes displayed in the bookshop, you have turned toward a stack of if on a winter's night a traveler fresh off the press, you have grasped a copy, and you have carried it to the cashier so that your right to own it can be established. you cast another bewildered look at the books around you (or, rather: it was the books that looked at you, with the bewildered gaze of dogs who, from their cages in the city pound, see a former companion go off on the leash of his master, come to rescue him), and out you went. you derive a special pleasure from a just-published book, and it isn't only a book you are taking with you but its novelty as well, which could also be merely that of an object fresh from the factory, the youthful bloom of new books, which lasts until the dust jacket begins to yellow, until a veil of smog settles on the top edge, until the binding becomes dog-eared, in the rapid autumn of libraries. no, you hope always to encounter true newnewss, which, having been new once, will continue to be so. having read the freshly published book, you will take possession of this newness at the first moment, without having to pursue it, to chase it. will it happen this time? you never can tell. let's see how it begins. perhaps you started leafing through the book already in the shop. or were you unable to, because it was wrapped in its cocoon of cellophane? now you are on the bus, standing in the crowd, hanging from a strap by your arm, and you begin undoing the package with your free hand, making movements something like a monkey, a monkey who wants to peel a banana and at the same time cling to the bough. watch out, you're elbowing your neighbors; apoligize, at least. or perhaps the bookseller didn't wrap the volume; he gave it to you in a bag. this simplifies matters. you are at the wheel of your car, waiting at a traffic light, you take the book out of the bag, rip off the transparent wrapping, start reading the first lines. a storm of honking breaks over you; the light is green, you're blocking traffic. you are at your desk, you have set the book among your business papers as if by chance; at a certain moment you shift a file and you find the book before your eyes, you open it absently, you rest your elbows on the desk, you rest your temples against your hands, curled into fists, you seem to be concentrating on an examination of the papers and instead you are exploring the first pages of the novel. gradually you settle back in the chair, you raise the book to the level of your nose, you tilt the chair, poised on its rear legs, you pull out a side drawer of the desk to prop your feet on it; the position of the feet during reading is of maximum importance, you stretch your legs out on the top of the desk, on the files to be expedited. but doesn't this seem to show a lack of respect? of respect, that is, for for your job (nobody claims to pass judgment on your professional capacities: we assume that your duties are a normal element in the system of unproductive activities that occupies such a large part of the national and international economy), but for the book. worse still if you belong--willingly or unwillingly--to the number of those for whom working means really working, performing, whether deliberately or without premeditation, something necessary or at least not useless for others as well as for oneself; then the book you have brough with you to your place of employment like a kind of amulet or talisman exposes you to intermitten temptations, a few seconds at a time subtracted from the principal object of your attention, whether it is the perforations of electronic cards, the burners of a kitchen stove, the controls of a bulldozer, a patient stretched out on the operating table with his guts exposed. in other words, it's better for you to restrain your impatience and wait to open the book at home. now. yes, you are in your room, calm; you open the book to page one, no, to the last page, first you want to see how long it is. it's not too long, fortunately. long novels written today are perhaps a contradiction: the dimension of time has been shattered, we cannot love or think except in fragments of time each of which goes off along its own trajectory and immediately disappears. we can rediscover the continuity of time only in the novels of that period when time no longer seemed stopped and did not yet seem to have exploded, a period that lasted no more than a hundred years. you turn the book over in your hands, you scan the sentences on the back of the jacket, generic phrases that don't say a great deal. so much the better, there is no message that indiscreetly outshouts the message that the book itself must communicate directly, that you must extract from the book, however much or little it may be. of course, this circling of the book, too, this reading around it before reading inside it, is a part of the pleasure in a new book, but like all preliminary pleasures, it has its optimal duration if you want it to serve as a thurst toward the more substantial pleasure of the consummation of the act, namely the reading of the book. so here you are now, ready to attack the first lines of the first page. you prepare to recognize the unmistakable tone of the author. no. you don't recongize it at all. but now that you think about it, who ever said this author had an unmistakable tone? on the contrary, he is known as an author who changes greatly from one book to the next. and in these very changes you recognize him as himself. here, however, he seems to have absolutely no connection with all the rest he has written, at least as far as you can recall. are you disappointed? let's see. perhaps at first you feel a bit lost, as when a person appears who, from the name, you identified with a certain face, and you try to make the features you are seeing tally with those you had in mind, and it won't work. but then you go on and realize that the book is readable nevertheless, independently of what you expected of the author. it's the book in itself that arouses your curiosity; in fact, on sober reflection, you prefer it this way, confronting something and not quite knowing yet what it is."
"ne kadar yamulduysa da bünyeye giren nikotin ve malt miktarı ile doğru orantılı olarak gerçekleşecek sonunda olacaklar. kademe kademe atlayarak gerçekleşek. sonunda. ama illa ki gerçekleşecek. ve rahatı bozmadan dönüp arkasına bakabilecek insan. nerede, nasıl sorularının yanına neden'i getirmezse olmayacak. işaret parmağı ile orta parmak arasındaki sigaraya rağmen eller kafaya götürülecek tüm kontrolsüzlükle. ışıkta olmaz bunlar. yemiş insan klişeyi, klasiği. evet oda karanlık. sobanın ışığı, sigaranın koru ve mütemadiyen yanan çakmağın alevi... tümü tümü sadece bu kadar ışık. içi ile dışı arasındaki vurumlar müziğin sesinin kısılmasını söylüyorlar sandırsa da öyle olmadığını yalanlarla kandırmak. üçü geçip beş noktalı biten cümlelere insanı itmekten daha da öteye gitmeyecektir belki. yine de... ve belki arada sırada... nefret edilen çift sayıları bu kadar sevmek. 6'ya bu kadar hayran olmak... ve özleştirmek "o"nun haberi bile olmadan.
< insanlar çok acılıyken haricindeki her şey için ''kessen acımaz'' davranışı geliştiriyor.öyle bir acıdan bahsediyorum ki başka bir acı vasıtası ile beyninizin o yeni acıya odaklanmasını imkansız kılanlardan. neyse işte bu zamanlarda dil çözülür,onu korumakla görevli olan beyin,dudak ve diş kerberosu kenara çekilir ve sen her şeyi herkese rastgele anlatırken bulursun kendini. bu durum, ayrılık sonrası klişe şarkılarındaki '' daha kaç vücut gerek daha,benim seni unutmama''(böyleydi umarım)türevi sözlere paralel bir bayağılıktadır. acınızı paylaştığınız bu insanlardan bazılarından dilinizin çözülmesine sebep olan konuyu hallettiğiniz zaman uzaklaşırsınız. belki de utanmaktır belki de o kişiye sıkıntımızın bir kısmını aktardığımızın farkında olduğumuz için o acıdan/üzüntüden kurtulduğumuzu sandığımız o dakika acının bir parçasına tekrar denk gelmemek adına kendimizi korumaktır.çünkü biliyoruz enerji yoktan var edilemez,varolan bir enerji yok edilemez. bu bağlamda bir kısmınızdan özür dilerim. çünkü bir takım acılarımı Percival Bartlebooth azmi ile puzzle haline getirdim ve sizlere dağıttım.
An SEP is something we can't see, or don't see, or our brain doesn't let us see, because we think that it's somebody else's problem.... The brain just edits it out, it's like a blind spot. If you look at it directly you won't see it unless you know precisely what it is. Your only hope is to catch it by surprise out of the corner of your eye.
The technology involved in making something properly invisible is so mind-bogglingly complex that 999,999,999 times out of a billion it's simpler just to take the thing away and do without it....... The "Somebody Else's Problem field" is much simpler, more effective, and "can be run for over a hundred years on a single torch battery."
This is because it relies on people's natural predisposition not to see anything they don't want to, weren't expecting, or can't explain.
Her alanda, asıl yenilgi, unutmaktır, özellikle de sizi neyin gebertmiş olduğunu unutmak, insanların ne derece hırt olduklarını asla anlayamadan gebermektir. Bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan, unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile değiştirmeden her şeyi anlatmalıyız, insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk varsa, hepsini, sonra da yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz deliğin içine. Tüm bir yaşamı doldurmaya yetecek bir uğraştır bu.
It was then the black shifted to grey, I turned in a stupor. Half dreaming still my eyes floated around the room, only blurs of light would shift and fade in and out of recognition.
The calming spatter of rain resonated through thin panes of glass, as a hostage bound, unable to release the full extent of their cry for attention. A deep murmur of a thunder rolled around my senses, panning from side to side. The rebuttal at which the rain seemed to take caution and ease, but only briefly.
Light became my enemy, my brain slowly gaining consciousness and rejected me back into a world which the impossible was impossible.
A sharp crack of thunder, despotic to this sybaritic limbo I wished I would remain in, snapped through my bones like a pale of cold water thrown over me.
<izafi merkezden mevcut konudan hızla uzaklaşıyorum çünkü ölçebileceğim bir çap,çevremi sınırlayan tebeşirle çizilmiş bir çizgi yok.çünkü hızla dönüyorum hızla sönüyorum ve bir de merkez-kaç etkisi mevcut. nuit dejavuboku ankara'dan bildirdi.br>
< istisnasız her sabah(çalışıyorsam hatta) kalktıktan 5 dakika sonra o yatağa tekrar girerim.o sıcaklığın içinde tekrar kaybolmak isterim.ve genelde gözlerimin kaymasna ramak kala toparlanarak yataktan fırlarım.çünkü fırlamak zorundayımdır.eğer o sıcaklığa geri dönmeye çalışırsam geç kalırım,geç kalırsam stres yaparım,geç kalmayı gözden çıkarıp uykuya dönemem çünkü bir kere uyanmışımdır, uyusam da uyuduğum uyku az önceki uykum gibi olmayacaktır.özetle o sıcaklığın bana vaad ettiği her şey sıcaklığın azalması ile doğru orantılı bir şekilde kaybolacaktır. bu sebeple ben nuit dejavuboku ya da günümüz türkçesinde pudra, her sabah 6da-genelde günün en soğuk kabul edilen saatlerinde- uyanıyorum,her sabah o sıcaklığı özlüyorum,her sabah o sıcaklığa geri dönmek istiyorum ama yapmamam gerekenlerin yapmam gerekenlerden daha önemli olmadığı halde daha önemliymişçesine kendini bana sunmalarına inat o yatağa geri dönmüyorum ve hatta olayı abartıp yorganımı kaldırıyorum ki o sıcaklık benim aklıma düşemeden kaybolsun.
tam da bu noktada o sıcaklık dementor oluyor adeta,tüm mutlulukları o çarşafın içinde saklıyor,senin tüm iradeni emiyor,kendine çekiyor,yaklaştığında da uzaklaştığında da mutsuz oluyorsun.br>
“I turned faceup on the slab of stone, gazed at the sky, and thought about all the man-made satellites spinning around the earth. The horizon was still etched in a faint glow, and stars began to blink on in the deep, wine-colored sky. I gazed among them for the light of a satellite, but it was still too bright out to spot one with the naked eye. The sprinkling of the stars looked nailed to the spot, unmoving. I closed my eyes and listened carefully for the descendants of Sputnik, even now circling the earth, gravity their only tie to the planet. Lonely metal souls in the unimpeded darkness of space, they meet, pass each other, and part, never to meet again. No words passing between them. No promises to keep.”
“I am the most tired woman in the world. I am tired when I get up. Life requires an effort I cannot make. Please give me that heavy book. I need to put something heavy like that on top of my head. I have to place my feet under the pillows always, so as to be able to stay on earth. Otherwise I feel myself going away, going away at a tremendous speed, on account of my lightness. I know that I am dead. As soon as I utter a phrase my sincerity dies, becomes a lie whose coldness chills me. Don’t say anything, because I see that you understand me, and I am afraid of your understanding. I have such a fear of finding another like myself, and such a desire to find one! I am so utterly lonely, but I also have such a fear that my isolation be broken through, and I no longer be the head and ruler of my universe. I am in great terror of your understanding by which you penetrate into my world; and then I stand revealed and I have to share my kingdom with you.”
<nasıl emin olunuyor,ne zaman emin olmayışlar anlaşılıyor, emin olmadığından emin olunuyor ,ne zaman emin olunan şeyden emin olunmaması gerektiği kafaya dank ediyor ya da sanılıyor bilemiyorum. her şeyin bir saati olmalı.insiyatif dahilinde çalışılmamalı.br>
Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim. Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.
< bu süre içinde bir kaç adet hap yutmam gerekiyor. hapı yutmak deyiminden uzak olduğu için yuttuğuma şükrettiğim haplar.adlarını tam olarak hatırlıyorum ama reklam olmasın diye yazmıyorum. bir tanesi m. kendisini genellikle cumartesi günleri şarapla beraber içiyorum bir de üstüne ankara havası dinliyorum iyi geliyor. diğeri g. onu da cuma günleri alıyorum.üstüne waffle biraz çay. sonra yarılanmaya ben yataktayken başlıyor. uykunun 1. aşamasındayken bile varlığını hissettiriyor. bir diğeri n. kötü yanı onun dozu az.telefonla görüşüp derdini anlattığın dostun kadar etkili olabiliyor.yine de sık sık tüketiyorum,özellikle iş yerindeyken birden kendini hatırlatıyor onu tüketmek suretiyle yolumu buluyorum ya da yolumu çiziyorum olmadı bilgisayarda bir şeyler çiziyorum. a. ve b. var bir de onlar da onca içki üstüne cila mahiyetinde içilen bira gibiler.bir şeyleri daha net görmemi sağlayacak hislerin bünyeme doluşmasını sağlıyorlar. genel olarak haftamı böyle geçiriyorum.şimdilik hepsini düzenli kullanıyorum.ancak 2 hafta bu kadar çok ilaç için uzun bir süre.yakın zamanda bırakmayı düşünüyorum.ve ancak bir şeyler ''kaka'' gibi kendini hissettirdiği zaman gerekenlerinden bir iki doz almayı düşünebilirim.br>
< 13. katı gerçekten anlamış gibi hissediyorum.sonrasını düşünrken birden sonrayı nasıl kodlayacağımı ya da neyi baz alarak sonraya odaklanacağımı kestiremediğimi farkettim.çünkü gerçekliğin sınırını gördüm ondan sonrasına adım atılamadığını anladım.bu noktada sınırlarının olmadığını anlaman senin sınırlarını belirlemen için yeterli olacaktır düşüncesinden uzaklaşmam gerekiyor çünkü sınırın olmadığını sandığım yerde sınırın olduğunu ya da sınırı olunan şeyin aslında hiç olmadığını anlamak adım atmak konusunda sıkıntı yaşamama sebep oluyor.o kadar dekonstrüktüvistim diye debelenirken kendimi dekonstrüktüvist olmak zorunda kalmış buldum. bir şeyler sizin isteğinizle olduğunda daha iyi oluyor.ve şimdi bu zorundalık ile uğraşmak çok can sıkıcı.çünkü hem bu gerçekle ya da gerçekdışı şey ile hem kendimle hem de mevcut düzenimle çatışmak zorundayım.bu yukarıda bahsettiklerimin ikisi ile başa çıkabilirim ancak ara ara kendi şalterimi attırmak suretiyle sürecime engel olma girişimlerimde neler yapacağım hiç bilmiyorum.neyse ben autosave özelliğini olabilecek en kısa süreye ayarlayayım da en azından temp klasöründe yedeklerim kalsın. binbir zahmetle düzenlediğim, küsüratlarını yokettiğim, ölçülendirdiğim,hatchlerini yaptığım block tarafımdan patlatılmak durumunda. merhaba ben geldim nuit, tadilata giriyorsun bir süre hizmet dışı kalacaksın.türkiye gibi bir yerde ne kadar da klişe bir benzetme değil mi? bence de. önce tebeşirle bir kapı çizeyim sana. işine yarayacak.br>
<fabian d.: it was a pleasure for me talking to you(as always) i wrote as if i am going to die tomorrow ahaha silhouette nocturne: ahah don't die tomorow fabian d.: i'll try but i dont know about cars or people or asteroidsbr>
< ve ben arzın,arşın,dilime yapışan kaderim olan tüm o aşık olduğum kelimeler adına yemin ederim ki hayatımın hiçbir evresinde yarabandı alternatifi kullanmayacağım.ve muhtemelen kısa ya da uzun görünümlü kısa her türlü vadede zararlı çıkan olsam da bu inadımdan vazgeçmeyeceğim hadi kader aksini icra etmem ve tükürdüğümü yalamam için götünü yırtmaya çalış da göreyim seni. keep goin' keep movin'br>
<Oracle: I'd ask you to sit down, but, you're not going to anyway. And don't worry about the vase. Neo: What vase? Neo turns to look for a vase, and as he does, he knocks over a vase of flowers, which shatters on the floor. Oracle: That vase. Neo: I'm sorry-- Oracle: I said don't worry about it. I'll get one of my kids to fix it. Neo: How did you know? Oracle: Ohh, what's really going to bake your noodle later on is, would you still have broken it if I hadn't said anything?br>
<kendini gerçekleştiren,kendini zorlayan,kendini inandıran,kendini yıpratan,insanoğlunu buna alet eden eden,olmadı zorlayan,stockholm sendromu yaşatan,''daha fazlasını iste''yen ve zaptedilmişliğin güzelliği karşısında stendhal sendromunu yaşamamıza sebep olan,bunu yaşama yaşatma sebebi burnout sendromu olan,kendine reset atan,insanoğluna format atan,kendini siken insanoğluna da ''almanya yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık'' dedirten kehanet.
Now that the truth is just a rule that you can bend
< sahip olmak istediğim özel güçlerim arasında hiçbir zaman görünmezlik olmamıştı.bu sebepten görünmez ya da saydam olduğumu öğrenince çok şaşırdım.önce mevcut olan sonra yok olanlardan naftalini seçiyorum yine.malum sebeplerden.br>
en çözülmez düğüm kıvrıla döne ilerleyen bir ipten başkası değildir;tırnaklara çözülmez gelir ama aslında tembel tembel ilerleyen zarif halkalardan ibarettir.beceriksiz parmaklar kan içinde kalırken gözler bunu çözüverir.